Son yıllarda İran ile İsrail arasındaki ilişkiler, İsrail'in İran'ın üst düzey komutanlarını ve stratejik tesislerini hedef almasıyla yeni bir aşamaya girdi ve iki ülke arasında gizli bir çatışmaya yol açtı. İsrail'in Şam'daki İran konsolosluğu binasına düzenlediği son hava saldırısı ve ardından İran'ın misilleme olarak İsrail'i füzeler ve insansız hava araçlarıyla hedef alması, iki ülke arasındaki gerilimi yeni bir seviyeye yükseltti.
13 Nisan gecesi İran Devrim Muhafızları Hava Kuvvetleri, Kudüs Gücü'nün üst düzey komutanlarına düzenlenen suikasta misilleme olduğunu söylediği yüzlerce insansız hava aracı ve füzeyle İsrail'i hedef aldı.
Ancak burada dikkate değer olan şey, Tel Aviv'in Tahran'ın varlıklarını açıkça hedef almasına yanıt olarak İran'ın kendi topraklarından İsrail'e yönelik ilk doğrudan saldırısı olmasıdır.
Peki, son birkaç gündür dünyanın dikkatini çeken ve bölgeyi daha büyük bir çatışmanın eşiğine getiren İran-İsrail geriliminin arkasında ne yatıyor?
İran-İsrail geriliminin arka planı
İran ile İsrail arasındaki gizli çatışmanın, İsrail'in İran'daki gizli sabotaj operasyonlarıyla başladığına ve Suriye'de hedefli suikastlara dönüştüğüne inanılıyor. İran, 2020 yılından bu yana, tamamı İsrail tarafından yapıldığı iddia edilen çeşitli şüpheli bombalı saldırılara maruz kalıyor.
Geçtiğimiz dört yıl boyunca İran'da, İsrail casus teşkilatı Mossad tarafından düzenlendiği iddia edilen, farklı bölgelerde çok sayıda patlama yaşandı.
Bunlardan en dikkat çekeni, 2 Temmuz 2020'de İran'ın Natanz Nükleer Tesisi'nde meydana gelen patlamadır. İran Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi, o sırada patlamanın nedenini belirlediklerini ancak güvenlik kaygıları nedeniyle bunu daha sonra açıklayacaklarını söyledi.
İran hükümetinin muğlak açıklamaları, İsrailli yetkililerin dolaylı kabulleri ve diğer çeşitli göstergeler, nükleer tesisteki patlamanın Mossad tarafından düzenlenen bir sabotaj operasyonu olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteriyor.
Mossad'ın İran'daki önemli istihbarat ve operasyonel altyapısı dikkate alındığında böyle bir senaryo pek de ihtimal dışı görünmüyor.
Eski cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad'ın görev yaptığı dönemde, İran İstihbarat Bakanlığı'ndaki İsrail masasının Mossad ajanı olduğu ortaya çıktı ve ardından idam edildi.
Ayrıca, 2018 yılında İran'ın nükleer faaliyetleriyle ilgili -ulusal sır olarak kabul edilen- hassas belgelerin Mossad tarafından çalınması ve İran'ın nükleer programındaki kilit isimlerin suikastlarına karışması, İsrail casus teşkilatının İran içindeki önemli yeteneklerinin altını çiziyor.
Çoğu durumda Mossad cinayetten bile paçayı kurtardı. İranlı nükleer bilim adamı Mohsen Fakhrizadeh'e düzenlenen suikast da dahil olmak üzere Mossad'ın İran'daki operasyonlarıyla bağlantılı olanlar henüz tutuklanmadı.
Bu sabotaj operasyonlarının ardından İsrail, İran Kudüs Gücü'nün üst düzey komutanlarını açıkça hedef almaya ve suikast düzenlemeye başladı.
İsrail tarafından öldürülenler arasında Seyyed Razi Musavi, Muhammed Rıza Zahedi ve Muhammed Hadi Haj Rahimi gibi önde gelen komutanlar da yer alıyor. Çok sayıda sabotaj ve suikast, temel bir gerçeği ortaya çıkardı: İran'ın aksi yöndeki iddialarına rağmen, İran önemli bir istihbarat zafiyetinden muzdaripti.
İran, bu kırılganlığı maskelemek için yaşadığı aksilikler karşısında sessiz kalmayı tercih etti.
Yüksek değerli hedefler
İsrail'in geçen yıl 25 Aralık'ta Suriye başkenti yakınlarında düzenlediği hava saldırısı, 1 Nisan'da gerçekleştirilen saldırıya en yakın emsali temsil ediyor. Kudüs Gücü'nün üst düzey komutanlarından Seyyed Razi Musavi, 2023'teki İsrail hava saldırısında öldürülmüştü.
Lübnan Hizbullahı'na ve Suriye'deki İran destekli militan gruplara uzun süredir devam eden silahları ve lojistik desteği nedeniyle hedef alındığı iddia edilen Seyyed Razi Musavi, eski Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'nin yakın sırdaşı ve güvenilir ortağı olarak biliniyordu.
Lübnanlı Aljadeed kanalının haberine göre Seyyed Razi Musavi, son 30 yıldır ailesiyle birlikte Suriye'de ikamet ediyordu ve hatta kendisine Suriye Savunma Bakanlığı'nda özel bir oda bile verilmişti.
İran Devrim Muhafızları Sözcüsü Tuğgeneral Ramazan Şerif, suikasttan iki gün sonra düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi: 'Şehit Razi, Suriye ve Lübnan'daki Direniş Ekseni'ne danışmanlık hizmetleri ve lojistik destek sağlamaktan uzun süredir sorumluydu. 25 yıl' diyerek Seyyed Razi Musavi'nin Kudüs Gücü'ndeki geniş görev süresini vurguluyor.
1 Nisan'da öldürülen Tuğgeneral Muhammed Rıza Zahedi ve Tuğgeneral Muhammed Hadi Haj Rahimi'nin profilleri Seyyed Razi Musavi ile yakın bağları olduğunu gösteriyor.
Nitekim öldüğü sırada Tuğgeneral Muhammed Rıza Zahedi, Suriye ve Lübnan'daki Kudüs Gücü Komutanı olarak görev yaparken, Tuğgeneral Muhammed Hadi Haj Rahimi de Kudüs Gücü bünyesinde Koordinasyon Komutanı olarak görev yapıyordu.
Bu iki komutanın kaybı, eski komutanı Kasım Süleymani'nin öldürülmesinden bu yana Kudüs Gücü'ne yönelik en büyük darbeyi temsil ediyor.
Yükleniyor…
Kudüs Gücü
Tel Aviv, İran Kudüs Gücü'ne bağlı olarak Ortadoğu'da geniş bir coğrafyaya yayılan Şii milis örgütlerini İsrail devletinin varlığına yönelik en büyük tehditlerden biri olarak görüyor.
Özellikle Şii milis örgütlerinin Filistin direniş grubu Hamas'la ilişkileriyle ilgileniyor. Öte yandan İran, Kudüs Gücü'nü ve ona bağlı Şii milis örgütlerini en önemli caydırıcı gücü olarak görüyor.
İran'ın resmi literatüründe Direniş Cephesi olarak anılan Kudüs Gücü aracılığıyla koordine edilen en önemli örgütler arasında Lübnan Hizbullah'ı, Yemen'deki Ensarullah Hareketi, Irak'taki Bedir Örgütü, Irak'taki Asaib Ehl el Hak ve Irak'taki Nujaba Örgütü yer alıyor.
Kudüs Gücü, İran-Irak savaşı sırasında Irak topraklarında askeri operasyonlar yürütmek üzere kuruldu. Kudüs Gücü, ilk yıllarında öncelikle yurtdışındaki İran yanlısı gruplara çeşitli şekillerde yardım sağlamaya, İran'da ikamet eden yabancı uyrukluları Devrim Muhafızları bünyesinde örgütlemeye ve yurtdışında Şii milislere ait hücre ve örgütler kurmaya odaklandı.
Şu anda Kudüs Gücü, İran'ın Şii jeopolitik doktrinini uygulama konusunda en güçlü ve yetkili kuruluştur. Nitekim Kudüs Gücü, İran'ın Ortadoğu ve Kuzey Afrika'ya yönelik stratejilerini yürütüyor.
Aslında Kudüs Gücü, İran Devrimi sırasında oluşturulan ideolojiyi ihraç etme geleneğini sürdürüyor. İsrail, Kudüs Gücü'nün üst düzey komutanlarını hedef alarak İran-Hamas ilişkilerini bozmayı ve aynı zamanda İran'ın en kritik caydırıcı gücünü zayıflatmayı amaçlıyor.
Bölgesel bir savaş kapıda mı?
İsrail'in altı ayı aşkın süredir Gazze'de yürüttüğü acımasız savaş, yalnızca küresel değil, İslam dünyasında da yankı bulmuş, Müslüman kamuoyunu harekete geçirmiş ve Ortadoğu'da savaş senaryolarını yeniden alevlendirmiştir. Bu senaryolardan biri İran ile İsrail arasında tırmanan gerilimi içeriyor.
Ancak bu olasılık ne kadar ciddidir ve İsrail'in Şam'daki İran konsolosluğuna saldırısı ve ardından İran'ın İsrail'e misilleme saldırısı potansiyel olarak yeni bir bölgesel çatışmayı tetikleyebilir mi?
Aslında İsrail, bir süredir açıkça İran'ı hedef alıyor ve son yıllarda Suriye'deki İran hedeflerine yönelik saldırılarında İran'a ciddi kayıplar verdirdi. Uluslararası insan hakları gözlemci gruplarının açıkladığı son istatistiklere göre İsrail, 2023 yılında Suriye'de toplam 51 drone ve hava saldırısı ile 25 füze saldırısı gerçekleştirdi.
Bu 76 saldırıda 154 bina ve silah deposunun hedef alınması sonucu İran'a bağlı 152 kişi hayatını kaybetti, 154 kişi de yaralandı. İsrail'in Suriye'deki hava saldırıları 2024'te de devam etti; 22 insansız hava aracı ve hava saldırısı ve 54 bina ve silah deposunu hedef alan sekiz füze saldırısı. Bu saldırılarda yalnızca son üç ayda İran bağlantılı 123 kişi hayatını kaybetti.
İran'ın son iki yıldır bu saldırılara tepkisi sürekli olarak temkinli olmuş, gerilimin tırmanmasını önlemeyi ve İsrail'le savaştan kaçınmayı amaçlamıştı. İran da İsrail'in sınırları içindeki sabotaj ve suikast operasyonları karşısında benzer şekilde itidalli davrandı ve İsrail'e karşı ciddi bir misilleme yapmaktan kaçındı.
İranlı liderler, ülke içinde karşılaştıkları meşruiyet zorluklarını ve çeşitli ülkelerle olan diplomatik anlaşmazlıkları dikkate alarak, İsrail ile doğrudan savaşa girmenin önemli maliyetlere yol açacağını düşünüyor.
Bu nedenle şu ana kadar İsrail ile olan çatışmayı retorik alışverişlerle sınırlamayı tercih ettiler. Ancak İsrail'in bu tutumunun, çatışmayı tırmandırmak ve ABD'yi savaşa dahil etme arzusunun göstergesi olabileceği ileri sürülebilir.
İran'ın, ABD ve İsrail'e karşı yüksek düzeyde savaş retoriği sürdürmesine rağmen temkinli yaklaşımı, ilk kez Kasım Süleymani suikastının ardından belirgin bir şekilde gözlemlendi ve bu, İran'ın her iki tarafla da savaşa girme konusundaki isteksizliğini açıkça ortaya koydu.
İran'ın 13 Nisan gecesi İsrail'e saldırısı, İran'ın ABD ve İsrail ile topyekün bir savaş başlatma konusundaki isteksizliğini bir kez daha ortaya koydu.
Bu duruş, öncelikle İran'ın saldırılarının doğasında ve üst düzey İranlı yetkililerin açıklamalarında açıkça görülüyor. Aslında İran'ın saldırıda İsrail'in kayıplarını en aza indirmeye yönelik ortak çabası bu düşünceyi güçlendiriyor. Esasında, İran'ın saldırıyı 72 saat önceden duyurması ve ardından etkisiz olduğu ortaya çıkan bir operasyonu gerçekleştirmesi, İsrail ile doğrudan çatışmadan kaçındığını gösteriyor.
Son gelişmeler İran'ı İran tarihinde kritik bir dönemeçte bıraktı. Stratejik olarak İran, İsrail ile gizli çatışmasının tam teşekküllü bir savaşa dönüşmesini görmek istemiyor.
Ancak İran'ın İsrail'in provokatif saldırılarına yanıt vermemesi, devrimci propagandanın ve savaş söyleminin inandırıcılığını zayıflatacaktır. Bu nedenle İran, saldıracak mı yoksa pasif mi kalacak sorusuna bu sefer ölçülü bir yaklaşımla cevap vermeyi tercih etti.
İsrail'in saldırgan tutumunun, İran-İsrail çatışmasını ABD-İran çatışmasına dönüştürme çabasından kaynaklandığı ileri sürülebilir. İran'ın İsrail düşmanlığının temelinde Filistin meselesini araçsallaştırarak İslam dünyasındaki dinamikleri etkileme hedefi yatıyor.
Özünde, Filistin davası İran tarafından yalnızca bir inanç meselesi olarak değil, iktidar arayışında uygun bir araç olarak görülüyor.
İranlı liderler, Kudüs Gücü içindeki milis örgütlerinden ve İran'daki muhafazakar tabandan yararlanarak meşruiyetlerini öncelikle Filistin meselesi üzerinden sürdürmeye çalışıyor. Ancak bu konu ciddi ve önemli bir bölgesel krize dönüşmüş gibi görünüyor.
Bütün bunlar dikkate alındığında Ortadoğu'nun yeni bir çatışmaya doğru ilerlediği söylenebilir. İsrail'in Gazze'deki saldırganlığı ve İran'ın etkisiz saldırı ve propaganda yoluyla Filistin meselesini devrimci söylemin aracı olarak kullanmaya devam etmesi, bölgeyi yeni bir kaosa sürüklemektedir.
Bu çalkantıda kazananın olmayacağı, pek çok kişinin zarara uğrayacağı öngörülebilir.
Yükleniyor…
Yorumlar kapalı.